T C. Anayasa Mahkemesi
Bir kural soyut bir denetimde Anayasa’ya aykırı görülmese bile (bkz. §§ 80, 81) bu kuralın yorumunun ve uygulamasının bireylerin temel hak ve özgürlükleri üzerinde yarattığı etki Anayasa’ya aykırı bulunabilir. Böylelikle bireysel başvurular üzerine verdiği kararlar ile Anayasa Mahkemesi, kamu gücünü kullanan organların ve derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun hareket etmelerine katkıda bulunmaktadır (Hamit Yakut, § 87). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi, müdahalenin kanunilik ölçütünü değerlendirirken eldeki başvuruda müdahaleye dayanak olan HAGB kurumunun düzenlendiği yasal mevzuatın derece mahkemelerince gerçekleştirilen keyfî müdahaleleri engellemeye yeterli olup olmadığını belirlemelidir. Söz konusu baskıyı artıran bir başka önemli etmenin ise sanıkların haklarında HAGB kararı verilmesine muvafakat gösterip göstermediklerinin duruşmanın henüz başında ve çoğu kez savunması alınırken sorulması olduğu ileri sürülebilir. Gerçekten de yargılama henüz sonuçlanmadan önce iradesini ortaya koymasının istenmesi, kendisini güvenceye almak isteyen sanığın henüz deliller ortaya konulup tartışılmadan bir tür ihtimal hesabına girişmesine ve bilinmezlik içinde iradesini açıklamasına neden olabilecektir. Bu durumun da sanıkların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili konularda henüz duruşmanın başında haksız bir baskı oluşturduğunu söylemek mümkündür. Anayasa Mahkemesi, kurulan HAGB sisteminin kanunilik ölçütünü karşılamaya elverişli olup olmadığını mevcut yasal düzenlemeler, HAGB hakkında yukarıda yapılan genel açıklamalar ve daha önce verdiği ihlal kararlarında (bkz. § 97) edindiği tecrübe ışığında inceleyecektir. Böyle bir incelemeyi yaparken derece mahkemelerindeki eldeki başvurulara konu yargısal süreçler bir bütün olarak değerlendirilecektir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi henüz 1987’de Avrupa Konseyi üye devletlerine, duruşmasız yargılama, mahkeme dışı anlaşmalar gibi yöntemlerle yargılama usullerini sadeleştirmeleri ve hızlandırmaları yönünde tavsiyede bulunmuştur.
Bu kapsamda BAYİ “RADE Kontrol Panel” kullanım hakkında sahip olup bu hakkı devredemez, satamaz veya kiralayamaz. BAYİ kendisine ait Hesapları altında tutulan tüm kayıtlardan, verilerden, hizmetlerden, içeriklerden ve işlemlerden sorumludur. BAYİ kendi müşterilerine (alt bayilerine, kullanıcılarına, üyelerine) destek vermekle yükümlüdür. RADE sadece BAYİ’ye Bayi Hesabı ve sınırlı RADE Kontrol Panel desteği vermektedir. RADE’nin Ürün veya Hizmetlerinin izinsiz kopyalandığının veya kullanıldığının tespit edilmesi durumunda BAYİ derhal RADE’yi bilgilendirmekle mükelleftir. RADE, BAYİ müşterilerinin hukuka aykırı ya da hizmet Sözleşmesine aykırı her tür işlem ve eyleminden dolayı BAYİ’i sorumlu tutacaktır. BAYİ müşterilerinin RADE’ye verebileceği maddi ve manevi tüm zararların tazmininden BAYİ sorumlu olacaktır. BAYİ’ye kendi marka ve ismini kullanarak bazı RADE Hizmetlerini müşterilerine sağlayabilir. SÖZLEŞMENİN YÜRÜRLÜĞE GİRİŞİ VE SÜRESİMÜŞTERİ’nin RADE’ye ait Site’den online hizmet başvurusu yapması, akabinde hizmetin aktivasyonu ile sözleşme yürürlüğe girer. MÜŞTERİ’nin aylık ödemeler yapmak suretiyle abone olması halinde dahi Sözleşme süresizdir. HİZMET’İN TANIMI RADE’nin MÜŞTERİ’ye vermiş olduğu hizmet temel olarak, MÜŞTERİ’nin web sitelerinin ve/veya veritabanın RADE’nin sunucularında barındırılarak internet ağı üzerinden yayınlanmasından ibarettir.
Olağan bir kanun yolu olan itiraz, hâkim kararları ile -kanunun gösterdiği hâllerde- mahkeme kararlarına karşı başvurulabilen bir kanun yoludur. İtiraz, maddi ve hukuki meselelere ilişkin yapılabildiği için asıl derece kanun yoludur. İkinci derece olarak da adlandırılan asıl derece kanun yolları, bir hükme karşı gidilip gidilememesine göre istinaf ve itiraz olarak ikiye ayrılır. İtiraz kanun yolu, hüküm dışındaki kararlara karşı kabul edilmiştir. İtiraz kanun yolunda itiraz mercii -temyizden farklı olarak- gerekiyorsa hukuki sorun yanında maddi sorunu da ele alabilir, 5271 sayılı Kanun’un 270. Maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre gerekli gördüğü araştırmaları yapabilir ya da yapılmasını emredebilir. Yine kanun yolu incelemesi yapan itiraz mercii 5271 sayılı Kanun’un 270. Maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca duruşma açabilir; Cumhuriyet savcısını, müdafiyi ya da vekili dinleyebilir. HAGB kurumunun sağladığı en önemli avantajlardan biri koşullarına uyulduğu takdirde davanın düşmesini sağlayarak sanıklara tümüyle cezadan kurtulma imkânı tanınmasıdır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden ise somut olayda, izinsiz olarak gösteri yapan başvurucuların kolluk tarafından dağılmaları yönünde ikazda bulunulmasına ve orantılı bir şekilde zor kullanılmasına rağmen dağılmadıkları ve eylemlerine devam ettikleri belirtilmiştir.
Yüzyılın sonuna kadar genel olarak bütün yerleşik medeniyetlerde olduğu gibi yenilik arayışından çok hem geleneği koruyarak hem de kendini geliştirerek devam etmiş, bu arada hayatın tabii akışı içinde gerek duyduğu içtimaî ve siyasî düzeni üretmeye ve bu alanda ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışmıştır. Klasik dönemin fikrî ortamını ifadede tahkik ve taklid terimleri önemli bir yere sahip olduğu gibi ihyâ, ıslah ve tecdid de bilhassa sûfîler ve muhaddisler tarafından toplumsal değişme karşısında geliştirilen tavırları, ayrıca ilmî ve içtimaî talepleri ifade eden önemli terimler olmuştur. Özellikle Fahreddin er-Râzî tesiri altında gelişen Mâverâünnehir havzasının tahkik geleneği fıkıh, kelâm, felsefe (mantık, siyaset düşüncesi ve ahlâk), dil bilimi ve dil felsefesi alanlarında bilhassa Osmanlı medrese ve ilim geleneğinde kalıcı etkiler bırakmıştır. Tasavvuf alanında bir yandan Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Sadreddin Konevî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, öte yandan eserlerini Türkçe vermiş olan Yûnus Emre ve Niyâzî-i Mısrî gibi büyük sûfîler, diğer tasavvufî geleneklerin yanında düşünce alanını olduğu kadar toplumsal hayatı da etkileyen yüksek fikrî ve ahlâkî olgunluk idealinin temsilcisi olmuşlardır. Bu durum ana hatlarıyla modern döneme kadar devam etmiş, nihayet klasik tavır ortaya çıkan yeni meseleleri halletmede yetersiz kalmaya başlayınca yeni arayışlar gündeme gelmiştir. Kur’an’ın ferdî ve içtimaî hayata ilişkin amelî hükümler getiren âyetlerinin sayısı geneline nisbetle oldukça az olduğu gibi bunlar yer ve konu itibariyle belli bir sıra dahilinde değil bazan peş peşe, bazan da inanç ve ahlâk konuları, hatta kıssalar arasında münasebet düştükçe yer yer zikredilir. Çok defa da hukukî açıklamalar belli olaylar (sebeb-i nüzûl) üzerine gelir. Ancak sünnet, hem âyetlerin açıklama ve örneklendirilmesi hem de Hz.
- Yukarıdaki maddelerde belirtilmemesine rağmen, yürürlükteki yasalara aykırı ve suç teşkil eden her türlü aktivitenin yapılması kesinlikle yasaktır.
- 1906’da ilân edilen İran anayasasında İslâm devletin resmî dini olarak yer almıştır.
Sonraki kaynaklarda genellikle bu açıklamalar tekrar edilmiş, “sulh ve selâmet gayesiyle bpinup eğmek, tâbi ve teslim olmak” mânaları öne çıkarılmıştır. İslâm’ın sözlük anlamındaki inkıyâd ve itaat her ne kadar mutlak ise de kelimenin örfteki kullanımı sadece “doğruya ve hakka uyma” mânası taşır. Yanlışa ve kötüye boyun eğme şeklinde bir teslimiyet İslâm’a aykırıdır ve isyan olarak nitelendirilir. MÜŞTERİ’nin sözleşmeyi yenilemek istememesi halinde 15 (onbeş) işgünü önceden otomatik yenilemeye devam etmemesi gerekmektedir. Bu durumda, RADE, MÜŞTERİ’nin içinde bulunduğu kullanım dönemini takip eden dönem için yenileme işlemi yapmayacaktır. Sözleşmenin herhangi bir nedenle sona ermesi halinde MÜŞTERİ’ye ait RADE sunucularında bulunan hizmete ait bütün kayıtlar silinecektir. 5.3 MÜŞTERİ, OTOMATİK YENİLEME’ye devam ettiği sürece bir sonraki yenileme döneminde ve RADE’nin 1 (bir) ay öncesinde web ve/veya e-posta yolu ile MÜŞTERİ’ye duyurduğu hizmet bedelleri karşılığında kendiliğinden yenileneceğini kabul eder. 5.2 MÜŞTERİ ilgili Hizmetlerine ilişkin Müşteri Panelinden “OTOMATİK YENİLEME” seçeneğini devreye alarak bir sonraki yenileme döneminde ve RADE’nin 1 (bir) ay öncesinde web ve/veya e-posta yolu ile MÜŞTERİ’ye duyurduğu hizmet bedelleri karşılığında kendiliğinden yenileneceğini kabul eder.
Kur’an’ın dili bilimsel ilerlemenin milletlerarası vasıtası olmuştu. Mûsâ el-Hârizmî, Fergānî, Ebû Bekir er-Râzî, İbn Sînâ, Bîrûnî, Ebü’l-Hasan İbn Yûnus, İbnü’l-Heysem, Ömer Hayyâm gibi müslüman bilim adamlarının Batı’da eşdeğerleri bulunmamaktaydı. Yüzyıla kadarki kronolojiyi, her yarım yüzyıla bu dönemlere damgasını vurmuş müslüman bilim adamlarının adını vererek düzenlemekte ve bu dönemi “altın çağ” olarak nitelemektedir (Introduction, I, 16-17, 520, 543, 619, 693, 738). Müslümanlar, bir intikal ve öğrenme safhasından sonra kısa süre içinde özgün bilimsel eserler verme aşamasına geçmişler ve bilimsel gelişmeye çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Meselâ Benî Mûsâ kardeşler “pi” (π) sayısının belirlenmesinde Grekler’den çok daha dakik sonuçlara ulaşmışlar, bir açıyı üç eşit parçaya bölme problemine yeni bir çözüm şekli getirmişlerdir. Mâhânî üçüncü dereceden denklemlerin çözümünü bulmaya çalışmıştır. Görme olayının açıklamasında bu konunun eski otoriteleri olan Öklid ve Câlînûs’u eleştiren Ebû Bekir er-Râzî, göze giren ışığın şiddetine bağlı olarak göz bebeğinin daralıp genişlediğini gözlemleriyle tesbit etmiştir. Müslüman bilim adamları eskilerin çalışmalarından yararlanmakla birlikte II. (VIII.) yüzyıldan itibaren çeşitli alanlarda eserlerini okudukları bilim otoritelerini eleştirmeye de başlamışlardır. Hayyân, Câlînûs’un basit ilâçların etkileriyle ilgili düzenlemesini yalnızca duyulara dayandığı için muteber saymamıştır. (XII.) yüzyıldan itibaren İslâm biliminin gelişiminin durduğu ileri sürülmüşse de bu tarihten sonra yaşamış bilim adamlarının başarıları bu iddiayı çürütmektedir. (XIV.) yüzyıllarda zirveye çıktığını gösteren birçok veri bulunmaktadır.
Peygamber’in yaşadığı hayat anlamına geldiğinden bir hayli hukukî ahkâm ve ayrıntı içerir. Her iki kaynakta davranışların daha ziyade dinî ve ahlâkî yönü, fıkıh geleneğinde ise hukukî formu ve ayrıntıları ön planda olup hepsi birden bir bütün oluşturur. Bu bütün içinde yer alan hukukî hükümler bağlayıcılığını içerdiği dinî ve metafizik bağlantılardan, bu yöndeki kamuoyu ve duyarlılığından, ayrıca benimsenmesi halinde kamu otoritesinin desteğinden alır. Bunun için davranışların dışa akseden, insanlar arası ilişkilerde ve yargılamada esas alınacak olan kazâî yönüne ilâve olarak bir de niyeti ve vicdanî kanaati ilgilendiren ve genellikle fetvaya konu olan diyânî yönünden söz edilir. Bu iki yön dolaylı biçimde birbirini destekler ve karşılıklı denetler. Uhrevî sorumluluk, tövbe, af ve hoşgörü, kul hakkı gibi telakkiler de bu alanda olumlu bir yönlendirme rolü üstlenir.